27 Ekim 2015 Salı

hikayenin bir yerinde okuyana "hadi canım" dedirten, ibretlik kısa hikaye

durakta taksim otobüsünü bekliyorum. eminönü'ler bir bir geliyor ama bir türlü taksim otobüsü gelmiyor. can sıkıntısı beni, elimdeki akbili devinim halinde kabına sokup çıkarmak ve bu sırada etrafımdakileri kesmeye teşvik ediyor. (hep can sıkıntısından yani, yoksa hep ben kendi işinde gücünde bi insanım, evet!)

duraktakilerin kimlik tespini aşağı yukarı yaptıktan sonra etrafa sarmışken durağa deri ceketli bi oğlan geliyor. elinde kitap var. ahan da yeni eğlence! kitabın sadece sırtından kitabı tahmin etmeye çalışıyorum. say yayınlarının düşünürler serisi zannımca; yarısı kırmızı sırt ve logodan çıkarıyorum. e çok kalın da değil, schopenhauer mi acaba. "gerçi o seride başka kim var biliyor musun seni cahil!" diye kendimi paylarken  çocuk cebinden kalem çıkarıyor ve durağa yazı yazmaya koyuluyor. oha diyorum şiir sokakta'ya çattık iyi mi! bakalım acep ne yumurtlayacak!

durak ahalisi olaraktan heyecanla yazdıklarını okumaya çalışıyoruz. yazısı da kargacık burgacık, okunmuyor. "tom was there" diye okuyorum önce ilk kelimeleri. anam diyorum yabancıymış da! demek ki kitabı yanlış tahmin ettim. yanlış tahminime üzülürken çocuk alt satıra geçiyor. allah allah schopenhauer mi yazdı o?! olaya verdiğim ehemmiyet artıyor. gözlerimi iyicene kısıp üst satırı tekrar okuyorum. o yazıyor ben okuyorum derken tamamladığında  pörtlemiş gözlerimle ibretlik bir ana tanıklık etmenin hazzını yaşıyorum. efenim gencimizin altına imzasını attığı dörtlük şöyle diyor: 

"tom waits dinlemeyen,
 schopenhauer okumayan,
 tekila shot yapmayan
 birine gönül vermeyin". 

sonra bu yazıların ışığında çocuğa daha dikkatli bakıyorum: kulağında kulaklık var. tahmin edelim acaba ne dinliyor? deri ceketi, siyah dar kotu ve siyah botları ve onlara eşlik eden siyah uzun sakalı... elindeki kitabın kapağı görülüyor artık ve malumunuz. schopenhauer'in beyaz elektrik çarpmış saçları, lordlar kamarasından resmedilmiş yüzü artık net görülüyor. çocuksa yazdığı yazıdan sonra durakta ne kadar ilgi çekti bunu anlamaya çalışıyor. allahım diyorum ne düz insanlar, fotoğrafını çekseydim keşke çocuk yazarken, elindeki kitabı zumlayaraktan. nasıl da cazibe nesnesi olarak görüyor kendini, elindeki kitap, kulağındaki müzik, giyimi kuşamı ile seçkinler sınıfından halka sesleniyor ve diyor ki : "sevin beni ey halkım!" ; öylesine kültürlü, sofistike, melankolik ve çılgın biriyim ki... sanki bir reklam çekiminin içindeyiz.

yazıyı bir daha okuyorum ve kendimi bu üç şeyden kaçını yaptım diye sorguluyorum, sevilesi bi insan mıyım acaba? derkeen içimdeki vahşi uyanıyor, "dediklerinin hiç birini yapmadım lan noolmuş?!" diye çocuğa atarlanasım geliyor, ötekiyim ben! sevilmeyenim var mı!

öteki olmanın öfkesini tahmin edip bunun üstüne bir de boncuğumu konduruyorum: "asıl ötekileştiren bu sınıflandıran bakış açısı efendim!" ben öteki olmak ve kendini bir bok sanmaklar üzerine kafa yorarken otobüs geliyor.

çocuk da ben de yöneliyoruz, önüne geçiyorum bir hışımla, peeeh diyorum taksime gidiyor! otobüste kitap okur şimdi bir de bu! hışmım "yetersiz bakiye" diye bas bas öten cihazla sönüyor! "bozuk param var mıydı? akbili olan var mı diye çığırsam mı? kimse basmazsa ne yaparım? insem mi otobüsten?" aklımdan deli sorular şimşek hızıyla geçerken arkamdaki 'kültür abidesi, sevilesi kişi': "ben basarım senin yerine" diyor.  düşüncelerimden dolayı biraz utanıyorum, sinsi düşüncelerim sanki bu ironik hadiseyle açığa çıkmış gibi teşekkür ediyorum, cüzdanıma elimi atacağım ki çocuk akbilini basarken  "ama para almam bilesin" diye ekliyor. te allam o nasıl da flörtöz sestir! "peki" diyorum, usulca arkaya yürüyorum. sen o kadar say söv, atar yap, kader ağlarını örsün ve çocuğun ağına düş! nasıl bi ironidir ya rab!

ahan da yanıma geliyor. ve efendim ne yapıyor dersiniz, ayakta durmamıza ve otobüs oradan oraya savrulmasına rağmen, schopenhauer okumaya başlıyor. konuşmaya çalışırsa diye düşünüyorum ama belli ki benden bekliyor. deri ceketinin, asi görünüşünün hakkını veriyor diye seviniyorum, cool cool yanımda kitabını okuyor. lafı ben açayım diye okurmuş gibi yapıyor belki de.

belki muhabbet açsam sus deyip kulaklığının birini bana verecek ve tom waits'in kart fekat içe dokunan sesinden çayır çimen gezerekten taksime gideceğiz. ama ben benden bekleneni yapmıyor tüm bu olan bitenin hiiiiç farkında değilmiş gibi davranıyor, camdan dışarı bakıyorum, telefonumu kurcalıyorum.

melankolik prens inene dek yanı başımda bir kaç sayfa okumayı da başarıyor. sabrına ve düz mantığına hayran kalıyorum o inerken! ona göre bir aşk hikayesi daha başlamadan bitiyor, bana göre akşam gevezelik edecek bir mevzu vuku buluyor.

bu da böyle bir anımdır diyerek bağlıyor, ana fikri siz değerli okuyanlara bırakıyor; "tom waits'in gezdiği dağlar meşeli civanım" diyerek yazımı noktalıyorum.

1 yorum:

  1. Gamzecan, gece gece öyle bir güldüm ki. Alternatif tıp gibi hikayeler yazıyorsun vallahi. Klavye takımına zeval gelmesin. :)

    YanıtlaSil