25 Eylül 2013 Çarşamba

sen devam et montajda hallederiz (yazıyla alakasız ama eğlenceli başlıklar 6)

etraf mavi masmavi... mavi iyidir, hatta burdaki gibi damarlı yer yer koyulaşan mavi daha da iyidir ama olmadı, blokcukum aradığı görüntüye hala kavuşamadı.

müzeyyen bloğun rengini yadırgayadursun (-a durmak ne güzel yardımcı fill lan) (yardımcı fiil deniyodu dimi, denmiyo da olabilir) biz maviden yürüyelim.

müzeyyen'in geçen yakaladığı iki arkadaşına çoşkuyla açtığı, parçayı ilk dinlediği günleri unutarak -ki kendisi onlarca dinleyişten sonra parçaya ısınmıştı- onların duyar duymaz parçaya aşık olmalarını beklediği onlar olmayınca hayal kırıklığına uğradığı blue lips parçasını buraya koyalım. müzeyyen onların dinlemesine müsaade bile etmemişti halbüse.. hem zaten arkadaşları güzelmiş demişlerdi, ama bu normal şartlarda beklenen tepkiydi, o sırada şartlar müzeyyen için anormaldi onun istediği arkadaşlarının şarkı eşliğinde parendeler atmaları balkondan uçmaları idi.

bu da müzeyyen'in öyle bir anısıdır. müzeyyen dış dünyasında olgunsa da içisinde ayarsızdır.

bu parçanın sözlü klibi, aşağındaki de canlı kaydı, seçim sizin.

not: parça ben diyeyim ordan oraya savrulmak bir türlü tutunamamak siz deyin mavinin hüznü hakında.





24 Eylül 2013 Salı

green grass ve beş ozanlar hakkında

bir kaç ay oluyor heralde, kafayı tom waitsle bozmuştum, benim kafayı bir şarkıcı/grupla bozmam demek genelde bir parçaya takmam ve bıkana dek onu dinlememdir.  tom waits abimizin yüreğimi dağlayan o içli sesiyle green grass'ı dinliyip duruyodum. 

 (ki bence bir beşli varki "beş ozanlar" koydum adlarını hem ozan hem şarkıcılar. bildiğin şiir yazıyorlar şarkı sözü değil arkadaş, dinliyorsun bi parçayı; dil bilmesen dahi ulan diyorsun, burda derin bi mevzu var, bir arka plan var. öyle de insanlar bu abilerimiz. şimdi tom waits'e değinelim, zaman zaman diğerlerini de anarız) (bir aydır kenarda bekleyen bu yazının tam da burasına, beş ozanları tanıtan bir cümle daha ekliyorum, "hepsinin de sesleri sankim mazhar alanson'un sesinin farklı versiyonları gibi" bu şahane tesbiti yapan o kendini biliyor'a da selamımızı çakalım)

 (beş ozanlar; tom waits, leonard cohen, mark lanegen, nick cave, bob dylan)

neyse mevzumuza dönelim: bi kaç ay önce tom waits'in green grass parçasına taktıydım işte. ve her zaman olduğu gibi, yetersiz ingilizcemle, sözlerden anladığım bir kaç kelime ve melodiyle  kafamda bu parçaya türkçe söz yazmış ve de bi klip çekmiştim. (belki şarkıları bu şekilde asıllarından koparıp kendi hayalgücümün ürünü yaptığım için bu kadar bağlanıyor, kafayı takıyorum.) (uu beybi bende bi aydınlanma oldu) 

uzun süre kafamda uydurduğum sözlerin etkisi kaçmasın diye de parçanın sözlerine bakmadımdı. an gelip baktığımdaysa mevzuyu yakaladığımı farkettim ve o gece bir gazla, olmayan ingilizcemle parçayı türkçeye çevirdim. tabi çevirdim dediysem baya kendi kafamdaki senaryoya uydurarak.

günlerce de bu çevirimi mail listemdeki türlü arkadaşlarımla paylaştım, milleti bıktırdım. sonra da utançla şarkıyı da, çeviriyi de bi kenara attım. geçen dost sohbetinde tom waits bahsi açılınca sandıktan çıkardım...

uzaktan ilgili, yakından ilgisiz bu çevirimle huzurlarınızdayım efenim, ingilizce bilenlerin, kıyaslayıp bu ne laaa!!! ; yarım yamalak bilenlerin ise ohaa ne güzel çevirmiş! demeleri için orjinal sözleri de ekliyorum.  

parçayı bilmeyenler için ya da bilip de nostalji yapmak isteyenler için de linkimizi verelim.

(hizmette sınır yok)


(parçanın iki versiyonu daha var, mevzuyu çorba etmemek için değinmiyorum, ama onun da günü gelecek)

green grass

lay your head where
my heart used to be
hold the earth above me
lay down in the green grass
remember when you loved me

come closer don't be shy
stand beneath a rainy sky
the moon is over the rise
think of me as the train goes by
clear the thistles and brambles
whistle didn't he ramble
now there's a bubble of me
and it's floating in thee
stand in the shade of me
things are now made of me
the weather vane will say
it smells like rain today
god took the stars and he
tossed 'em can't tell
the birds from the blossoms
you'll never be free of me
he'll make a tree from me
don't say goodbye to me
dscribe the sky to me
and if the sky falls mark
my words - we'll catch mucking birds

lay your head where
my heart used to be
hold the earth above me
lay down in the green grass
remember when you loved me


yeşil çayırlar

tutun üstümdeki toprağa,
başını, bir zamanlar kalbimin attığı tarafa yasla.
uzan yeşil çayırlara,
ve beni hâlâ sevdiğin günleri hatırla.

yaklaş güzelim, utangaç olma,
     gel daha da.
yağmur çiseliyor 
ve ay yükseliyor ufukta.
kaldır başını gökyüzüne ıslansın yüzün, gözlerin, dudakların ve ellerin
yağmurlu gökyüzünün altında.
tren düdüklerini duyuyor musun?
trenler geçip giderken 
     o güzel günlerimizi hatırla.

temizle üzerimdeki otları.
kalsın,
yalnızca yıllar önce ektiğin bahar dalları .

sırılsıklam oldun,
ve işte ben de şimdi bir yağmur damlasında,
süzülüyorum ıslak saçlarına.

her şey ne kadar da berrak 
bu ay ve yıldızlar başımı döndürüyor.
toprak ne zamandır yağmur kokuyor?

yıldızları toplayıp havaya atan tanrı değil mi?
kuşları da baharla birlikte gönderdi.
ve sen de dünyaya benimle birlikte gelmedin mi?

geçelim tüm bunları sevgilim;
bırak elvedayı!
bana gökyüzünü anlat!
söyledi, tanrı beni ağaç yapacak.

git şimdi!
yağmur dindiğinde;
ben ağaç olduğumda;
o zaman gel.
gel ve dallarımdaki haylaz kuşları kovala.

tutun üstümdeki toprağa,
başını, bir zamanlar kalbimin attığı tarafa yasla.
uzan yeşil çayırlara,
ve beni hâlâ sevdiğin günleri hatırla

14 Eylül 2013 Cumartesi

giriş gelişme ve sonucu olan fakat anafikir çıkarmaya kastığımdan boka saran bi yazı

"valla ben bi erkekte en çok dişlere bakarım." bunu duydum tabi ki devamına kulak kesildim ve devamı geldi de; " temiz diş demek temiz ev demek, temiz ev de temiz kalp demek kızım!"

ibretle başımı aşağı yukarı salladım ön koltukta. diş-ev bağlantısını az çok kurduysam da diş-ev-kalp bağlantısında zorluk çekmiştim, bi de hem niye vurgu temizliğeydi? diğer abla durur mu o da standartta temel ilkesini açıkladı; "ben saatine ve ayakkabısına bakıyorum"

sonra sustular. sustular bi de ya, insan sormaz mı karşılıklı "niye?"diye. demek birbirlerini tanıyolar, yahud tanımasalar da onlar böyle anlaşıyolar. susunluklar sürüyor. "annem kızcak yine, nerdeydin dicek" "benleydin ya niye kızsın" "o da doğru"

noldu standartları konuşuyodunuz, susmasanıza! ablaların yüzlerini de çok merak ettim, bi bahaneyle döner gibi yaptım, camdan, geçtiğimiz durağa bakar ayağı çekerek önce hijyen ablasına baktım, ulan abla değil bunnar, taş çatlasa 25. vay be, ne yaşadı da, hangi yaşam tecrübesiyle diş-ev-kalp temizliğindeki orantıya vakıf oldu! bir ibret ifadesi daha benim yüzüm de.

tanıdığım dişi temiz insanların evlerini ve kalplerini düşündüm. sonra kalplerin temizliğini insan nası düşünür diye düşündüm. kıstas neydi. bir kalp neye göre kime göre temizdi?

deney 26 A
Kalp temizliği ölçümü
malzemeler: bir zamanlar meşhur olan masum bir genç kız ve yaşlı cadıyı barındıran resim* 
deneyin yapılışı: denek kişisine bu resim verilir, bakması istenir
deneyin sonucu: denek genç kızı gördüyse iyi, cadıyı gördüyse kötü kalplidir.
deneyde kullandığımız kuram: algıda seçicilik,seçicilikte kalp temizliği

muhabbetin öncesinde ne konuşuyorlardı acaba, hafızamı yokladım ama pek bişiy çıkmadı, aynı anda iki şeyi yapamamanın cezası, gelen mesajı sonra okuyaydım iyiydi... nereye gidiyolar acaba, göremeden incem balata ne kaldı ki diye düşünürken ablalar ayaklandı bile, fener de inilir mi, benden bi durak önce be! el insaf! ben de mi insem? insem de ikisinin arasına girseydim, ben de standartlarımı açıklasam. elbet benim de vardır. düşünsem çıkar. düşünmesem de çıkar. 

"ben sohbetine bakarım, hem sadece erkeğin değil. insanda sohbet mühim. kadında erkekte yaşlıda gençte!"

diş hijyencisi abla diğerine söze vurumunun "hıh, bak da gör, neler var" olduğunu tahmin ettiğim, başıyla beni işaret etmeli bi bakış yaptı. belli bu ikilinin ağası oydu. öbürü de doğru manaında onayladı başıyla. standartları net üç insan yürüyorduk kolkola, standart belirlemek mühimmiş, baya rahatlatıyormuş insanı, "yemekte ne var" dedim. "şengül teyze fasulye ıslamıştı geceden" "cacıkları da ben yaparım dedim", saat-ayakkabı-kemer folk üçlüsü "kola alıversek" dedi "..cacık yerine", "olmamı, onu da alırız dedim, kola da mühim". "sahi saatle ayakkabıya önem veriyon da kemerin nesi eksik" "aa kemer demedim mi" tabi kemer de var. bazen kemer, ayakkabı ve saatin kayışı aynı renk oluyor" "hee abla dedim sen de baya algıda dericisin" 

durağa geldik, onlar indi, ben inmedim. ya inseydim.. dalar mıydık o sohbete. benim meselem sohbetti,  ne de güzel sohbet edilir ki onunla diyebilmekti.

eve yürürken annem ve babamın herhangi bir muhabbetlerini düşündüm. hatırıma gelenler diyalog bile değil yalnızca sorulardı, yemekte ne var, bu yemeğin niye tuzu yok, salatanın niye yağı yok. annemin standartları olsa böyle olmazdı. standardımı belirlediğim için  kendimi tebrik ettim. kuru fasülye yemeye köşedeki esnaf lokantasına girdim. 


*deneyde bahsi geçen resim







8 Eylül 2013 Pazar

fakir halk çocuklarının hikayesi


 "ne demiş cames bond? "paran varsa dünya sana aşık züğürtlere yakışır tahta kaşık" yes allright!"

sadri alışık gibi aktör gelmedi gelmez bir daha! bu kadar samimi bir insan da gelmeyebilir, böyle boncuk gözler de! allah sonumuzu hayretsin!