21 Ağustos 2013 Çarşamba

o kendini biliyor'a masalcık


kocaman şehirde minik bi kız yaşarmış. bu kızın bir sürü kitabı, kitaplarından çok dostu arkadaşı varmış. dertlenince okur, neşelenince dostlarına koşarmış. gel zaman git zaman öyle çok okumuş, öyle çok sohbetler etmiş ki, içi dolmuş da taşayazmış. yaz demişler minik kıza, yazarsan açılırsın. 

yazamam, edemem, bilemem ben diyesiymiş kendisi, ama gün gelmiş yazmış. öyle de bir yazmış ki  tepesi dumanlı bu şehirde ormanlar yeşermiş, ormanlarda ağaçlar filizlenmiş , ağaçlarda kuşlar şakımış, kuşların şakıyışına tavşanlar uykularından uyanmış... uykudan uyanmış, gözleri çapaklı mahmur tavşanlar demişler "hayrola?"


herşeyleri herkeslerden önce öğrenen meraklı geyik diyesiymiş;

adı tekerleme, masalı güzelleme bir prenses geldi ormanımıza, ona hoşgeldine gidilecek, kuşlar besteledikleri şarkıya prova yapıyorlar.

gözleri çapacıklı tavşanlar kulak kulağa vermişler bir zaman fısıldaşmış hallenmişler, tekmili birden hoşgeldine gitmeye karar vermişler. kuşlara bize de görev verin demişler.


kuşların maestrosu diyesiymiş, şarkının bazı yerlerinde es veriyoruz, siz de o arada zıplarsınız, şarkının ahengi artar.


minik tavşan es de ne ola ki diyesiymiş de susturmuşlar, iyi de olmuş zira maestronun böyle cahillere hiç tahammülü yokmuş.


provalar edilmiş, hazırlıklar tamama erdirilmiş. hürmeten aslana davetçibaşı ceylan gönderilmiş, aslan adı gibi gözleri de davetkâr ceylana, elbet ben de gelirim demiş.


toplanmışlar orman ahalisi varmışlar güzeller güzeli prenseslerinin yanına. prensesesin güzelliği tüm ahaliyi büyülemiş, maestronun bir kaç kez başlama hareketini yapması gerekmiş. ve sonunda başlamış hoşgeldin şarkısı;


cik cik cik cik zıp zıp  cik cik zıp zıp cik cik zıp zıp ve de cik ve de zıp


14 Ağustos 2013 Çarşamba

Ad Koymak Üzerine: Ad Koymanın İnsan ve Toplum Bağlamında Analizinin İzleğinde Poetik bi İnceleme*

saatleri ayarlama enstitüsü okuyorum yaklaşık bi buçuk aydır, sakin ve derinden. tutunamayanları 4ayda okumuştum, unutmuyon mu diyolardı bir hafta ara verdiğinde yoo hiç de unutmuyom çünkü çakal bi numaram var, ben çoğunluk gibi kitapları  bölüm sonlarında, yeni paragraflarda, yeni başlıklarda bırakmam. aniden mevzunun orta yerinde çattadanak bırakıveririm. ki bir daha okumaya başladığımda kolaylık olur, mevzunun ortasından okumaya başlayınca ister istemez hatırlıyor insan.

şu an 20ye yakın kitap var, ortalarında bi yerde kaldığım, kasmıyorum, benim de okuma biçimim böyle abiler. yazınca utandım ama, biri çıkıp ben de böyleyim dese rahatlıcam, grup terapilerine katılmalıyım ben ya, dert kardeşi olmaya bayılıyorum. kendimde benzerlik bulamazsam "anısı kaynımda var"a bağlıyorum ama bir yerden mutlaka derttaş oluyorum.

neyse mesele ayrı, saatleri ayarlama enstitüsünde, doktor ramiz evlerindeki kocaman saat olan "mübarek"ten "saat" diye bahsedince hayri irdal'a bir atar yapıyor arkadaş. bi adı yok mu onun arkadaşım diyor: mübarek diyeceksin. adı olan her şey adıyla anılmalıdır. okuyunca bi kapı aralandı beynimde, isim koyma geleneğine kaydım sonra. hani doğana adını sonradan vermek diye bir şey var ya çok eski atalarımızda (dedem korkutun yalancısıyım). çok mantıklı gelmiştir o fikir hep bana. isim önemli, bize verilen isimler kaderimizin, bahtımızın da parçası oluyor. bizi az bişi tanısalar da sonradan koysalar analar babalar adlarımızı keşki diyordum falan.

yoksa bizi tanımadan koyulan adlarımızın esiri oluyoruz. anacığım kardeşim yaramaz diye hocaya götürdüydü, hoca okudu üfledi falan, adı ne dedi, burak deyince, "burak bilmez yerinde durdurak" dediydi..

evet sayın okuyucularım, canlarım, katmanlı mevzuya giriş yaptım, buraya kadar okuduklarımızı tekrarlayalım, 1 adı olan herşey adıyla anılmalı 2 her şeyin bir adı olmalı (bak bunu açmayı unuttum, neyse) 3 adlar sonradan tanıdıktan sonra verilmeli 4 adların bahtlara yansıyacağı unutulmamalı.

anaaaam tezim için iki kelime yazmış değilim, ama kedime ad koydum diyeceğim yerde bunun sebep sonuçlarına altyapısına değindim falan. akademinin yüz karasıyım.

evet kedime ad koydum: leyla. gerçi leyladan ziyade leyloş, leylopontos, leyliştoroş falan diyorum ama neyse. adını leyla koydum çünkü kendisinde haller leyla. evin içinde amaçsızca dolaşıyor, gerçi hep önemli bir işi varmışçasına seri adımlar, ciddi bakışlar falan ama tırt yani. bu işyerini kontol eden patron halleri kendisini yoruyor ve günün kalan kısmını yatarak geçiriyor. bu zamanlarda kara kara düşünüyor ya da hiç birşey umrumda değil, yakmışım bu dünyanın anasını tadında yayılıyor.

bunun bu hallerinden birinde bi aydınlanma yaşadım, basbaya leyla bu dedim!

bakınız;






*Tez yazamıyorum ama çok pis alengirli tez başlığı koyarım.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

benim için necatigil yıllarca sevgilerde'den ibaretti dedim ya yalan, sevgilerde'yi duyup da şiir defterime geçirişim ve ezberleyişim lise yıllarıydı, onun öncesi de var: 'gizli sevda' yılları

ortaokul türkçe kitabında necatigil'in gizli sevda'sı vardı. allahım nasıl kafalar, necatigil'i çocuklara tanıtmak istiyorsun evet hoş da, bunu yapmak için seçtiğin şiir de ne allah aşkına! ulan 13 yaşındayız be! hadi seçici kurulun kafası güzeldi, bu şiire geçince, ödev olarak, şiirin hikayesini yazın diyen öğretmenimize ne demeli! herkesin mi kafası güzelmiş arkadaş!

hep bundan işte, arabeski bünyeye bu kadar kolay alışımız hep bundan.

Gizli Sevda

Hani bir sevgilin vardı
Yedi-sekiz sene önce
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce

Sokakta ayaküstü
Konuştuk ordan-burdan
Evlenmiş, çocukları olmuş
Bir kız, bir oğlan

Seni sordu
Hiç değişmedi dedim
Bildiğin gibi
Anlıyordu

Mesutmuş, kocasını seviyormuş
Kendilerininmiş evleri
Bir suçlu gibi ezik
Sana selam söyledi

Üzgünüm Leylâ

Sevda Peşinde I

Ben artık bulunduğun şehirden gittim,
İnsan kuş misali.
Sen hâlâ
O kalabalık evde olmalısın,
Gelip gidenin çok mu bari?
Üzgünüm Leylâ,
Dünya hali!

Behçet Necatigil

şiir değil ya, bildiğin uzun metraj filim! yanarım yanarım ben yıllarca necatigil'i sevgilerde'yle bildim ona yanarım. 

o değil de benim için "bir çift güvercin uçsa, yanık yanık koksa karanfil"dan müteşekkil bir melih cevdet var, onu ne yapsak.



10 Ağustos 2013 Cumartesi

elçiye zeval olmaz

bloğu açtığımdan beri sandıklarda kalan yazılmış, çizilmişler de artık paylaşırız ümidiyle gün yüzüne çıktılar. kimilerini ele alıp tekrardan yazdım, üzerlerinde çalıştım hatta bloğa da koydum ama koymam ve kaldırmam bir oldu.

geçmiş nasıl da boğuyor beni.

hatta bu bloğu başka bir ad ve başka bir adresle 2011'de açmış ve hiç yazı girmemiştim, geçen blog yazmaya karar verince hatırladım ama adı ve adresi beni o kadar boğdu ki, ad da adres de o zamanlar çok sevdiğim bir şairden bir dizeydi. ilk iş değiştirmek oldu.  ve şimdiye dek benim için kartpostal yazısından öte gidememiş "dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım" mısraı bir realite oldu. öyle ki bir de yüksek sesle söyledim ki  mısra bir anda canlandı böyle, kalktı karşıma oturdu. kafanızda sarıklı bıyıklı bi mevlana canlandı biliyorum ama yok, mevlana'nın dizeleri mevlana'dan bayağı bağımsız imişler, ben de pek şaşırdım, şöyle ki;

30-35 yaşlarında sarışın bi abla, belirir belirmez, "kız gözüme üfle" dedi, "toz kaçtı, çabuk". şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak üflemeye başladım. "ay o ne nazik nazik, düzgün üflesene" dedi mahalle teyzesi siniriyle.  düzgünce üfledim ben de. "neyse çekil" dedi, ve gözünün içine kaçtığını düşündüğü kirpiği bulurum umuduyla bu kez de iyice kontrol ettirdi. bu sırada daha iyi olmuştu gözleri, beni süzmeye başlamıştı bile.

"sağol kız" dedi, "kusura bakmadın dimi, çok yanıyordum ne yapayım." "yok canım ne kusuru" dedim, kusur saymasam da bi tuhaf karşılamıştım, ama misafir diye belli etmedim.

"ne iyi oldu da andın beni, son zamanlarda valla ben diyeyim, 4 sen de 5 yıldır hep internetten anıyorlar beni, ama böyle sana geldiğim gibi gidemiyorum, zor oluyor ben de üşeniyorum biliyon mu." "haa biliyorum" dedim, "geçen ali desidero'nun sözlerini andıydım, o geldiydi, onun da aynı derdi varmış, herkes internetten paylaşıyormuş, o da gitmiyormuş, evde çok canı sıkılıyormuş." "sahi sen nerde oturuyosun, belki yakındır evleriniz, birlikte takılırsınız" diye ekledim hevesle "canımmm, senin de düşündüğüne bak, ha haaay, güleyim bari, ayol mevlana'nın o kadar sözü var, olmadı bizim mahallede yunus'un, aşık veysel'in, köroğlunu'nun onca dörtlüğü var, yan mahalle zaten fuzuli mısraları mahallesi, ali desideroya mı kaldım"

"aa dedim, öyle deme, sohbeti çok iyiydi valla, tezimle ilgli akıl bile verdi." "valla ablası onlar yeni nesil pek bilmezler hayatı, yardımcı olmuştur da ne demiştir yani. bak bana, kültür desen ben de, tarih desen bende, coğrafya desen ben de.. anladığım kadarıylan okuyon, senin bölüm neydi ablası"

"valla, türk edebiyatı" dedim dememle "tü yazık sana demesin mi" "onca edebiyatçısın, dün dünde kaldı demek içi bu yaşını mı bekledin?" "yoo aslında bundan beş altı yıl evvel bikaç kez daha andıydım" "valla o aralar moda olduydum ben, yoğunumdur büyük ihtimal" başımı salladım, "ilk anışım değil yani" saçlarını arkaya attı, derin iç çekti, ablacan bi tavırla "belki de yoğunluktan değil, hakkını verememişsindir, ben de beğenmemiş, gelmemişimdir, geçmiş zaman tabi, bilinmez." utandım, başımı eğdim, "abla sana bi çay koyayım dedim" kahveci değil çaycı olduğunu anlamıştım, ama yanaşmadı. "yok kalmıycam o kadar, işim var. çok içten söyledin diye geldim, bi de ne zamandır bu ilk misafirliğim, az da olsa bi gidip göreyim dedim" "sağolasın abla" "hadi gülüm ben kalkıyorum, haa gitmeden, ne diycektim. dur dur."

durdum, hatırlayana kadar da ses etmedim. "bu aralar bizim orda mahalle düzenlemeleri yapılıyo, kim kaç kere anıldı, kaçına gitti, bunlar hep elle yazılırdı, bilgisayara geçiliyo şimdi, ben de yardım ediyorum arkadaşlara, o yüzden kafa kazan gibi, ne dicektim, hah, kız sevdim seni bişi isticem, sen kırmazsın ablanı" buyur abla bile diyemedim, ağzıma tıktı "bizim mahelleye bi velet taşındı, neymiş efendim, cemal süreya'nın 'yunus ki sütdişleridir türkçenin' mısrasıyış. aman da aman, kendisinden çok çekiyoruz. valla bizden çok anılıyor, bi de dünkü çocuk, her yere gidiyor, bizim 10 katımız maaş alıyor, etrafına söyle, bak okumuş etmiş kızsın, arkadaşlarına da söyle, anmayın onu, bizi anın, koskoca mevlana'nın, yunusun dizeleriyiz anacım, üç kuruş maaş yetmiyor masraflarımıza.maaştan önemlisi itibar biliyon mu!"

bu ricayla ağzım durdu tavana vurdu ama belli etmedim "tamam ablam dedim, merak etme, hallederiz" "sarılıp öper diye bekliyodum yanaşı yanaşıverdim ama geldiği gibi gidişi de hızlı oldu.

bu abesle iştigal ricayı da benim size aktarmam bana farzı kifaye oldu. anladınız siz onu.

7 Ağustos 2013 Çarşamba

kıçı başı oynayan bütünsellik içermeyen, nedensellik içerebilen bağımsız fikri parçalar

bir kez daha emin oldum ki az evvel, yol kelimesini telaffuz etmeden içimden geçirmek dahi kafamda bir yerlerde ağrı yapıyor. (genelde ağrı ensemde hasıl oluyorken bu kez sol gözümün üstüne oturdu)

şaka maka bir tramvalar zincirimi tespit etmiş bulunuyorum: yolculuk yapmak! şehir içi, şehir dışı, otobüs, metrobüs, vapur.. 

son bir kaç yıldır o kadar çok yalnız seyahat ettim ve bu yolculuklarda o kadar çaresiz, mutsuz, parasız, huzursuz, evsiz, umutsuz idim ki ve bu cümleyi bağlayamadan ağrı kendini yokladı.

hay ben öğrenciliği, hay ben beni üç kuruş paraya nice sıkıntıya çalıştıran tüm boktan iş yerlerini, hay ben şehirlerarası aşk bana koymaz diyen kafamı öpeyim!*

bana verilen en tırt olduğum nasihat  "zaman en güzel ilaç" idi. tırt oluyorum arkadaş çünkü bu bir hakikat ve sen bu büyük hakikatı nasihatsevmez bünyeye verirsen bu bünyenin söze olan inancını da kırarsın. 

misal ben ne yapıyorum, acı çeken dostlarıma diyorum ki, ben sana desem desem zamanla geçer derim, ama sen bana inanmazsın çünkü ben bana söyleyen kimseye inanmadım.. o yüzden s.ktir et geçer mi geçmez mi.. ağla lan ağla! ağlamazsan adam değilsin. 

ne mal akıl veriyorum, ama harbici akıl veriyorum. bi sigara uzatıyorum, bak mesela kimse bana sigaranın iyi geldiğini, insanın arada sigara yakma kendine çay kahve yapma triplerinin zamanla bi alışkanlığa döndüğünü ve bu alışkanlığın insana keyif verdiğini söylemedi. (sigara efkarı keyfe dönüştüren mucizevi bi icattır efenim)

bu söylenmez mi adama lan.. efkarlanınca bi tane yakmak bile iyi geliyor demedi  kimse!

ağlayana ne yapıyor muşuz, ağla diyor muşuz ve bi sigara uzatıyormuşuz. anlaşıldı mı.



*muhayyilenizi geniş tutun diye söylüyorum o cümleye bir çok yüklem gider ben en romantiğini seçtim