13 Nisan 2014 Pazar

başım alıp nere gidem?

küçük bi kız olayım, bavuluma kedimi, pikabımı ve en sevdiğim plağı ve masal kitaplarını alıp bir başıma kaçayım..

algıda gidici gidicilikte bir başımayım..




10 Nisan 2014 Perşembe

akşama ne pişirsek?


bulgur pilavı yapalım bugün, bol yapalım da iki gün yeriz. geçen bol yapmadık ama iki gün yedik. bol yaparsak dört gün yeriz. elimizin ayarı yoksa demek.

bulgurda da pirinçteki gibi 1e 1buçuk mu. kimi 1e 2 koyuyormuş ama. yok lapa olmasın kuru olsun daha iyi.

yanına ne yapsak. mantar mı, patlıcan mı. mantar çok dayanmaz buzdolabı olmadan en iyisi onu yapmalı. patlıcan beklesin.

salata ya da cacık yapalım. hangisini yapmalı. hem salata hem cacık yapsak nasıl olur. salataya roka, cacığa da bol sarımsak koruz.

acıktın mı. hayır. ben acıktım hadi yemek yapalım. daha yeni kahvaltı yaptık bekleyelim. ben acıktım yapalım.

işte böyle dostlar, salı günü pazara gideli beri bu haldeyim. aldıklarımız ve yiyeceklerimiz arasındaki dengeyi ayarlamaya çalışıyorum. ya yiyorum, ya pişiriyorum, ya da ne pişirsem, neyin yanına ne gider diye düşünüyorum.

ömrü hayatımda böyle bir dönem olmadığından,  evde düzenli yemek pişirmeyi ilk defa 28 yaşında denediğimden olsa gerek bokunu çıkarıyorum. ne güzel şeymiş yarabbi! ama bu kadarı da çok fazla sanırsam, çünkü yatıp kalkıp yemek düşünüyorum. internette damak zevkime en uyan siteyi arıyorum. bulgur pilavını salçasız pişirdi diye oktay ustayı bi kalemde siliyor, sulu yemeklere sarımsak ekleyin diyen siteyi adı "birtutamsevgi" gibi dandiri olsa da yer imlerine ekliyorum.

yeni evlenmişim sanki gibi annemi günde bi iki kez arayıp kısık ateş diyor ama ocağın büyük gözündeki kısıkla, küçüğünün kısığı bir değil diye gayet mantıklı "sen söyle anne ben nedeyim?" minvalinden sorular soruyorum.

hazır domates soslarının mucidine olan inancım tasdikleniyor, eve ilk taşındığımda arkadaşımın yolladığı tencerenin içinden çıkan o zaman bir kenara attığım tahta kaşığa adeta tapıyorum.

noldu bana dostlar diye soruyor ve cevabı yine ben veriyorum. işlerin, tezin biriktiği, iş başvuruma hala dönülmediği şu günlerde hayatımın merkezine tıkınmayı alıyorum. kendimi pişirme işine adıyorum. değil yapmaya, düşünmeye korktuğum bir çok şeyden yemek pişirerek ve kalan tüm zamanımı ne pişireyim diye düşünerek geçiriyorum.

günün birinde birinizi arayıp ne pişirsem diye sorar sizden fikir istersem, yahut bir derece daha vahimleşip ne pişirdin diye sorarsam bilin ki durum vahim. buluşun toplaşın bu kızcağıza ne yapmalı diye oluruna bakın.

ama şimdilik iyi gidiyor. gelin yiyelim, içelim, pilava et suyu mu tavuk suyu mu gider onu irdeleyelim. patatesin kilosunun pahalılığından, iyi domatesi nerden bulcağımıza varan geniş yelpazede hasbihal eyleyelim...


2 Nisan 2014 Çarşamba

aslında mutsuzluktan bahseden yazı

mutsuzluktan bahsetmek istiyorum,
yatay ve dikey mutsuzluktan*

gecenin bi vakti efkar basıyor, mırıldandığım şarkıyı açayım diyorum, sonra youtube yerine hata ekranıyla karşılaşıyorum! bi de annem diyor ki sen niye akpartiyi sevmiyosun. küçük mutsuzluklarımız var bizim. büyük sebepleri saymaya gerek yok.

youtube lan bu. tabi youtube'a girmiyor ki youtube'u kapatanlar. müzik dinlemiyorlarki! bi kere bi arkadaşım tayyib'in kankası var mıdır demişti. politika dışında konuşabildiği kimse yoktur diye ortak karara varmıştık. çünküm gecenin bi vakti özlediği bi insana parça gönderme, yahut dinlediği bi parçadan coşup coşup sevdikleri de dinlesin isteme gibi bi tatlı alışkanlığı olan insan youtube'u kapasa da benimki gibi bi efkar anında ya hacı ben yanlış yaptım, söyleyeyim de açsınlar der idi. kızında oğlunda da yok demek bu alışkanlık. hem zaten onlar şarkı dinlemek istese onlara yeni site yaptırılır. ya da şu daha fantastik bak; şarkı mı yollayacak bi arkadaşına sümeyyecik, şarkıcıyı paketleyip direk postayla arkadaşına yollar.

sende para var mı yok, bende para var mı yok. onlarda var arkadaş. hee bi de 13 yaşında yat sahibi kaan kavrayış'ta ve ailesinde para gani. hem de ne! bak bunun linkini de veremiyorum iyice ifrit oldum.

yıllarca bu ülke din ve devlet işi karışır mı karışmaz mı onu tartıştı, çocuk kafalarımıza ilkokul öğretmenlerimiz laikliğin tanımını çiviyle çaktı. ama mevzu 10 yıl içinde öyle bir karışmaya kaydı ki; özel hayat ve siyasetin birbirine geçmesi durumuna şahidiz şu günlerde.

başbakanımız partisinin adaylarının (değil ki kendinin; ki bu yerel seçim) ülke genelinde önde olduğu açıklanınca bilmemnerenin balkonuna maaile çıkıp karısı, kızı oğlu gelini torun tombalağıyla poz veriyor. bu çok dumur etti beni. onlar o görüntüyle bir şeylere cevap veriyorlar kendilerince ama özel hayat siyasete çok pis karışıyor, kimse de çıkıp demiyor ki, aga bu nedir.

sırrı süreyya bi ara kılıçdaroğluna ambulansın arkasından giden fırsatcı taksici dediydi. bu bir aga bu nedir çıkışıydı ama sonra başka meselelere daldı, bu halktan yana süpermen tavrını uzun süre koruyamadı.

youtube'dan ne istediniz lan. twittera o kadar sinirlenmediydim de bu fena oldu. hem sonu da felaket oldu. bildiğin kustum yani bu temiz sayfaya.

özel hayat ve siyasetin çok pis karışmasına en büyük örnek benim bu mal yazım. kimin aklına gelirdi benim de bir gün içimi kusacağım. ne yapalım, gençliğin elinden youtube'u bile almaya kalkarsanız,, haa burda tehtidimsi bişi yazmam icab ediyor cümlenin akışından öyle gerekiyor fekat bi bok diyemem. neyimizi alırlarsa alsınlar bi halt olmuyor. bir kısır döngü bu. hee bi de niye oy vermek için kasmadık onu da diyeyim; aynı bokun ha kahverengisi, ha açık kahverengisi, ha sütlü kahvesi..

evet sanmayın ki bu yazı siyasetten bahsediyor, bu yazı hevesi kursağında kalmak atasözünü açıyor. yaaa.
ilkokul kafası bi kompozisyon olarak ele alın bu yazıyı. örneğin içinde boğulsa da mevzu heves-kursak ilişkisi. bunu da bi örnekle açıklayayım. ki ben en çok komposizyonu geliştirme yollarından örneklemenin hastasıyım. (forrest gump'ın annesiyim vesselam)

evet efendim, ilkokulda üğretmenimiz "ayağını yorganına göre uzat" atasözünün komposizyonunu yazdırdıydı da kaderin cilvesi midir, ilk olarak "oku bakalım evladım" dediği harun adlı arkadaş şöyle anlatıyordu; "bir adamın ailesi varsa ayağını yorganına göre uzatmalı mesela kerhaneye gitmemeli" ve uzunca nedenlerini sıralıyordu kerhane mevzusunun. maddi olarak bi aileyi batıracağına inancı büyüktü garibimin. hoca susturmuştu bir yerde ama işte o saçma bir örnek verip o örnekte boka batalı, hoca bu bokluğu tamamlamasına müsaade etmeyeli beri bende tik kaldı. siz bana sorun misallerle boka batayım pek severim.

bu mevzuyu da açıklığa kavuşturdum, lafı da böyle toparladım.

hee bi de kimse okumuyo mu ya beni. hayaletli kasabada gibiyim biliyonuz mu.

evet efendim,
boka bata çıka ilerleyen
işte benim sizin müzeyyen


*turgutcuğum uyar

bkz: umut sarıkaya tipi mutsuzluk tanımları

https://www.google.com.tr/search?q=umut+sar%C4%B1kaya+mutsuzluk&espv=2&es_sm=122&tbm=isch&tbo=u&source=univ&sa=X&ei=Ylk7U7PFGcattAaBtoGoBA&ved=0CCoQsAQ&biw=1024&bih=513