13 Ocak 2017 Cuma

Türk Eğitim Sisteminin Dostluk Üzerindeki Etkileri yahut Modern İnsanın Kolektif Bilinçdışı*

Efendim herkeste nasıl oluyor bilmem ama sanırsam benim kalbim her beş yılda bir genişliyor.
Bu biraz karışık gelebilir, ama üşenmeyeceğim, siz bu müthiş tespitimi anlayıp "oha lan, hakkaten de haklı" diyene dek anlatmayı sürdüreceğim.

Evet efendim, dedim ya gönlüm her 5 yılda bir genişliyor diye, bunu nereden çıkardın, nasıl da bi yerinden uyduruyosun diyorsunuz haklı olarak, ama uydurmuyorum. Ben biliyorsunuz ki klasik bir işte çalışmaya direniyorum yıllardır, hatta son bir yıldır daha da direnişim arttı, çalışıyorum ama para kazanmıyorum. Oysa gün boyu, yazıyor, çiziyor, kendim ve insanlık hakkında düşünüyor, hayatımı ve hayat denilen şeyi anlamlandırmaya çalışıyorum. Ve bir gün bu şimdi para kazanmadığım ama sizler gibi her gün mesailiymiş gibi çalıştığım bu işten para da kazanacağım.

Evet bunu diyorum çünkü kendimde gördüğüm bu gönül genişlemesi hadisesinin sadece benim değil, toplumumuzun bir durumu olduğunu bugün saptadım. Yani gönül genişlemesi bir olgudur efendim.

Türkiye'de okula başlama yaşı 7'dir. 7 yaşından sonra bizim sosyal hayatımıza aile bireylerimiz ve evimizin çevresindeki arkadaşlarımıza okul arkadaşlarımız eklenir. Benim zamanımda ilkokul 5+3 lük sistemle okunuyordu. 5 yıl aynı sınıfta aynı arkadaşlarla devam ederdik, sonra ortaokula geçince sınıfları karıştırırlar bir 3 yıl da bu yeni sınıfınızda okurdunuz.

Hatta benim okuduğum okulda manyakça bir sistem vardı, Israrla sınıfları karştırmaya devam etmişlerdi 6. sınıftan sonra da. Sanırım dünya vatandaşlığı gibi bir şey arzuluyorlardı. Herkesin herkesi tanıması demekti bu sınıf karılması durumu. İlkokuldan mezun olunca sınıf arkadaşım dediğin kitle bir okulun tüm son sınıfları oluyordu.

Evet neredeyiz, ilkokulu bitirdik ve liseye geldik, bir dört yıl da lise sürüyor. Sosyal hayatımıza ilkokul arkadaşları, ortaokul arkadaşları derken bir de lise arkadaşları dahil oldu! Lise arkadaşlarını diğer çevreye katarak ilerliyoruz hatta zaten bazı lise arkadaşlarımız bizim ortaokul, ilkokul ya da mahalleden arkadaşlarımız oluyorlar. Yani bu şu demek 18 yaşına gelene dek, belli periyotlarla zihnimiz ve gönlümüze yeni isimler giriyor.

Sonra 18 olduk başladı üniversite. Al sana 4 yıl da üniversite, Gönülde bir genişleme daha!İlkokulla başlayan bu katarak ilerleme hali, üniversite, yuksek lisans, dokrora ile genislemeye devlet baba elitle devam edebileceği  gibi bir de hayatın kendi doğal halleriyle devlet baba desteği olamadan dönem dönem iş, ev değiştiriyoruz, ki bence vir yerden sonra herhangi bir değişim, genişlemey olmuyorsa hayatımızda mutsuz olmaya başlıyoruz. Ki bu hale rutin deniyor. Rutini kırmak, ilerlemek, genişlemek istiyoruz.

Yeni bir çevreye girmek, kurslara gitmek, eğitimlere katılmak, hatta bence çocuk yapmak bile kimi zaman bu gönül genişlemesinden, gönlüme habire arkadaş katacağıma çocuk yapayım, gönlümü o şekilde genişleteyim düşüncesi bile geçiyor bence bir çoklarının aklından. Hatta bence bunun Türk Eğitim sistemiyle değil, modern dünyada insan olmakla ilgisi var. Yani eğitimi okulda ve sistemli bir biçimde alan tüm dünya vatandaşlarının ortak meselesi bence. (yazının burasında haaa dediğinizi duyar gibiyim, aydınlanmaya yaklaşıyoruz gençler!!!)

Yazının burasında Modern İnsan Olmanın, Dostluk Üzerine etkisi başlığına iyiden iyiye yaklaşırken, 7 yaşından 30 yaşıma genişleyen çevremi ve facebook'taki arkadaş listemi ve paylaşımlarımı gözden geçiriyorum. Girdiğim yeni ortamlara hep aidiyet hissi geliştirmişim ve hep bir öncekilerle de bağımız koparmamaya gayret etmişim. İşte gönül genişlemesi dediğim de bu. Gönlümün limiti hep aynıymış gibi davranıp her yeni çevrede edindiğim arkadaşları almak için gönlümde elemeler, çıkarmalar yapmamışım, elbette zamanla sayının azaldığı da olmuş, ama yaşım ilerledikçe dostluğa ve dostlara atfettiğim anlam azalmak yerine artmış bile. İlkokulda canım, canımıniçi dediğim tek bir dostum varken, zaman içinde canımıniçleri dediklerim sayılamayacak kadar çoğalmış. Tabi bu tespitlerimde çoğul bir dil kullansam da kendi maceram dayank noktam, yani bir yanıyla epeyce bir kendim adıma konuşuyorum.

Eğitim sistemine yüklenecek gibi girdim, modern hayata atar yapacak gibi devam ettim ama şimdi her ikisinin de ellerinden öpüyorum. Hep b.k atacak değiliz ya, eğitim sistemi ve modern insan olmak'a. Efendim bakınız sınıfları sürekli karan o çılgın okul müdürlerine, bizi türlü sebeplerden okuduğumuz okuldan koparan başka okullara gönderen ailelerimize, çoğu ilde bir üniversite, hatta bazılarında hiç üniversite yokken, lise çağına gelmiş gençlerin ailelerinden, çevrelerinden ayrılıp büyük şehirlere okumaya gitmesinde varmış bir hayır da ben görememişim bu yaşıma dek. Ya da belki şöyle demeliyim; her sostem kendi içinde çzözümüyle geliyor. Eğitimin sistematize edilmesi, modern hayatın kalıplara sokması gibi içine doğduğumuz bazı normların da insana nefes aldıran yanları yok değil, yoksa bu kadar uzun dayanamazdı değil mi ideolojiler. İnsan hep kendine yollar bulmuştur. Bulacaktır da.

(Dayanamıyorum romabtize edeceğim, dikkat!)

Hepimiz 4 duvarın içinde yaşıyoruz koca şehirlerde. Ve duvarlar gibi gönüllerimiz de sınırlandırılmış sanıyoruz. Oysa ki atalarımızdan almışız biz göçebe hayatın o bağlanmaya ters zihniyetini, kapitalist hayatın insanı iş, ev, aile üçgeninde sıkıştırmasına ses çıkaramamışız ama görüyorum ki hepimiz kendimize bu üçgeni dörtgen, beşgen, altıgen.... nice çokgenler yapacak kenarlar, üçgenin dar açılarından bizi kurtaracak geniş açılar aramışız.

Devletin bizi eğitim hayatımız boyunca o sınıftan bu sınıfa, sınıflardan sonra da kpss ile atamasına alışmış, o bizi atamadan biz kendimize başka sınıflar aramışız.

Evet efendim burada kendi yazdıklarıma kendim "ohaaa" derken buldum kendimi. Belki size vaadettiğim aydınlanmayı yaşatamadım ama size bir şeyi anlatmaya çalışırken ben aydınlandım. Yazının burasında vardığım nokta başladığım noktadan epey bir başka, şimdi baya baya şu soruya cevap arıyorum; insan böyle olduğu için mi eğitim sostemi böyle, ya da insan eğitim gördüğü için mi böyle gissediyor.

Biz insanoğlunun kolektif bilinçdışı diye bir hadisesi var, yüzyıllardır insandan insana aktarılan insanlık bilgileri bunlar, ben kendimdeki bu gönül genişlemesi hadisesinin ne kadar da kolektif olduğunu anladım. (yerinde bir isim olmuş lan Jung! az çakal değilsin heeee)

Diyeceğim o ki, emin olun hiç okul okumasak da böyle hissederdik! hiç köyümüzden yurdumuzdan çıkmasak da böyle hissederdik, artık yazının sonuna doğru şuna inanır oldum, insanın gönlü belli aralıklarla genişler, insan belli aralıklarla yeniyi yeniliği özler, ve bu arayışına bu hasretine de çağlar yüzyıllar boyu türlü adlar koyar! İnsanın bedeniyle birlikte zihni ve organları da büyür. (Alın size biyolojik açıklama) İnsanın gelişen bedeniyle genişleyen duyuları hayata hep biraz daha açılır, bunun türlü adlarından biri de arkadaşlıktır.


İstanbul maceramda vakıfla birlikte gönlümün genişlemesi bundan 5 yıl önceye tekabül ediyor, tam artık vakıf arkadaşlarım gönlüme yerleşmişken gönlüm koro arkadaşlarıyla bir kez daha bir kez daha şenleniyor.

Valla yazıyı buraya kadar sabırla okuyup aydınlanan aydınlanamayanlara hafta sonu elcağızlarımla krep yapıp zihinsel değil damaksal bir aydınlanma vaadediyorum!

*Tez bitiremeyen ama müthiş başlık koyabilen bir insanım bilirsiniz.

Sizleri öpüyor huzurlarınızdan ayrılıyorum;

Dertli gönüllere giren,
İşte benim Zeki Müren


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder