31 Mart 2015 Salı

humor'una kurban ağabey

sevgili isa,

bütün olanlar için özür dilerim. kabahatin bende olduğunu biliyorum. günlerdir durmadan seni düşünüyorum. kitabını elimden bırakmıyorum. bütün meselelerde sen haklısın. bugün düşündüklerimi, seninle birlikte olduğumuz gün bilseydim, her şey başka türlü olurdu. fakat, göreceksin, bir daha buluşursak nasıl istediğin gibi bir adam olacağım. o kadar değiştim ki beni tanıyamayacaksın. çarşamba günü annemler evde yoklar. gelebilirsen rahat rahat konuşuruz.

seni seven
selim



isa gelmedi.

28 Mart 2015 Cumartesi

bazen de böyle şeyler olur

 "... bazen ama bir insanla bir şey olur
      kısa süren bir şey
      iki geyiğin havada sıçrayıp öpüşmesi gibi
bazı insanlarla yıllarca görüşsen de
bir şey olmaz. "

Lâle Müldür


17 Mart 2015 Salı

Sandığın gibi olmaz bazen...


Belediye mahallede toplu bir restorasyon işine girişti.

Yeşil, mavi, pembe evlerin, sarı konakların, cumbaları mor sümbüllü sakinlerini tatlı bir telaş sarmış idi.Taşlıkta gülüşmeler, hangi ev önce boyansın diye çekişmeler boya badana işleminin birinci haftasında yerini derin bir sessizliğe bıraktı.

Belediyeye sponsor olan boya firması paraya kıyamamıştı. Güzelim Fener'in güzelim evleri, konakları, konduları hepsi tek rengin beyazla açtırılmış tonlarına boyandı.

Turuncu, açık turuncu, daha açık turuncu  daha da açık turuncu... sonra evet sonrası yine turuncu...





hamiş: komikli bir şaka değil kabak gibi bir gerçektir...


her şey sırayla anacım.


1 Mart 2015 Pazar

hayattan ne anladığım, erler filme ömür adamaklığımdır

evet doğrudur, hayat algım yeşilçam filmleri üzre şekillenmiştir.

vecihi gibi bir insan tanıdığımda ne kadar garip de olsa gülen yüzüne tatlı diline kanışım bundandır. birlikte oturulan sofralara, birbirinden bir türlü sır saklayamamaya, ufak bir bardak nane likörünün tüm dertlere deva olacağına, sarılmaya, kucaklaşmaya; aile evden kovulduğunda hep birlikte parkta yaşanabileceğine, her şeye rağmen yine de gülebilmeye, kötü günlerde birbirine daha çok sarılmanın kıymetine; en kötü kavgalarda en ufak bir dümbelek sesiyle kavgayı bırakıp birlikte göbek atmaya olan inancım bundandır.

birine en güzel bir şey anlatma yolunun onu eğlenmeye teşvik etmek olduğuna, dadılardan, mürebbiyelerden canına susamış, enerjisini onları kovdurmaya adamış bir çocuğun bile siz işinize inanınca size inanacağına... çocukların sizi sevmesini istiyorsanız onlarla oynamanın, onların boylarına inmenin, onların huylarından biraz almanın gerekliliğine olan inancım da onlardan gelir.

kimileri klasikleri okuyarak öğrenir hayatı, kimileri büyükleri gözlemler, kimi rol model alır... bense kılavuzumu yeşilçam melodramı yapmış bir çocuk idim. ondandır ki hala her hakkım yenişinde "bak beyim" diye çıkışır; gün gelecek karşılarına "bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı" diye çıkacağım günü düşünüp avunurum. öğrencinin halinden anlamayan gördü mü "karnın tok sırtın pek" diye lafa girer; "alacağım boncuğu vuracağım kırbacı" bakışlı insanlardan hemencik uzaklaşırım.

ayşeciğin teyzesinin, ayşeciği bağrına basmak istediği halde gururunun elvermediğini anladığım o günden beri kötü insan diye bir şey olmadığını; sadece bazılarımızın derininde acılar olduğunu bilirim. polyanna'nın felsefesini bile kitabını okumazdan evvel aynı filmden öğrendim.

"nayır, nolamaz" diye üzülüşüm, saadetimi "aman allahım ne kadar da mesudum" diye dile getirişim de bundandır, dersi kaynatan öğrenciye kızamamaklığım da  her sınıfta bir inek, bir güdük, bir damat ferit arayışım da...

biri sabun yaparak para kazanmayı teklif etse ben de kabul ederdim biliyorum. senede bir gün de görsem yine severim. gözlerim kör olsa ameliyatla açılsa kalabalığın içinden bana yardım eden o güzel insanları bulurdum. ve birinin gözleri kör olsa ona saray diye anlatırdım yaşadığımız yeri...

göz bebekleri titreyenlerin en çok sevdiğini sadri alışık'tan öğrendim ve en çok da sevmenin biçimlerini... uzaktan sevmeyi, yakından sevmeyi, sevdiği için vazgeçmeyi, bir de bir tek dileğim var sözünün bir kamyon yükü anlam yüklendiğini.

gülen gözlerin kıymetini...