3 Şubat 2015 Salı

oha!

hatırlamak (remembering) harfi harfine tarif edilecek olursa, üyeleri (members) yeniden bir araya getirmek, onlara o bütün üyeliğini yeniden iade etmek (re-member) anlamına gelir.

john berger


amcam önceki hayatlarını hatırlıyor

diye bir film vardı. adını ilk duyduğumda çok eğlenceli bir film sanmıştım. hani frends'te phoebe'nin arada hatırlamaları misali...

oysa kendisi acıklı bir filmmiş. imdb'de yalnızca dram başlığı gördüğüm hiç bir filmi izlemediğim gibi bu filmi de pas geçtim. ve de kafamda bu başlığa süper bir drama-komedi çektim.

yazının başlığını açıkladım ama şu anki hissiyatım yani beni bu başlığı açmaya ve aniden yazmaya şevk eden fikriyatımdan bahsedeyim bir de.

her şey bu şarkıyı dinlerken oldu/oluyor efenim:



bir anda kalbim hızla atmaya, kanım kaynamaya başlıyor. ne zaman dinlesem gözümün önünde belli belirsiz anılar canlanıyor.

artık solist zach kardeşimin bağrı yanık sesinden mi, parçaya eşlik eden enstrümanlardan mı, konserin izleyicilerle içiçeliğinden mi bilmiyorum ama kalbim ve beynimde bir şeyler yerine oturdu ez evvel. bir yap-bozun eksik parçasını buldum sanki.

artık kesinleşti. ben önceki hayatmlarımdan birinde bir çingeneydim, bazen sahnede, bazen izleyicilerin arasındaydım ama hep coşkuluydum. dinlerken o kadar ait hissediyorum ki kendimi bu melodiye. böyle melodilere...

sirklere, cambazlara, çadırlara ait ruhumun bir yanı...

küçükken en sevdiğim filmler gırgıriye serileri, cambazhane gülü ve türevleriydi zaten. evdeki yapma çiçekleri az kafama, orama burama takmadım. kısacık saçlarıma peruk niyetine az geçirmedim pileli eteklerimi.

hep o hayata özlem anacım. hep.

ha bir de ukulele sesiyle gittiğim başka bir önceki hayatım var. o da şu şarkıda ortaya çıkıyor.


ama türkçe değil bu hayatımda anadilim. efendime söyliyim ingiliz miyim, fransız mıyım neyim.
allahım ilk duyuşumda o kadar biliyorum gibi gelmişti ki bu şarkıyı. sanki annem beni hep bu şarkıyla ve ukulele çalarak uyuturmuş ben bebekken. günlerce bıkmadan usanmadan dinledim. ve hala da dinliyorum.

bir de vahşi batılı yanım var. o da ukuleleye benzer bir çalgı olan banjo sesinde gizli. redkit'in müziklerini hatırlar mısınız?  hani bar sahnelerinde falan çalan, ya da heyecanlı kovalamaca sahnelerinde. böyle bıngıl bıngıl bi ses hani.

kafamda redkitle özdeşleşen bu enstrüman da beni bir vahşi batı kasabasına, uzun sıcak gündüzlerin yaşandığı, uzuuunca bir sokağa, şu girerken iki yana açılan bir bar kapısının hemen dibine götürüyor beni.

kovboy şapkamı indirmişim yüzüme, sallanan bir koltukta, bardan gelen banjo sesiyle akşam olmasını, havanın biraz serinlemesini bekliyorum.



o kadar redkit izledim, bi bölüm hatırlayamam ama kafamda yıllardır ara ara müzikleri dönüyor.  mızıka ve piyano ve elbette banjo sesi. ya insan redkit'in kendi gölgesine ateş edişi varken gider de, banjo sesine mi tav olur! te allaam!  İşte hep önceki hayata özlem anacım. Hep.

ama sanmayın ki küçükken biliyordum redkit'i neden sevdiğimi. ben 25 yaşımda anladım asıl sevdiğimin ukulele/banjo sesi olduğunu... insan adını, şeklini bilmediği bir enstürümanı çocukken bile nasıl bu kadar sever.

bunlar hep önceki hayatlarımın yüzünden.

bu üç önceki hayatıma beni götüren sesler de hep ukulele var. o bıngıl bıngıl ses. yahu yoksa ben önceki hayatımda çingenedir, kovboydur, fransızdır değil de ukulelenin kendisi miydim.

Olabilir... Hepsi de olabilir...

işte böyle... Uzun lafın kısası, bazı şarkılar insanı alıp götürüyor, bundandır ki "amcam önceki hayatlarını hatırlıyor".