27 Ekim 2014 Pazartesi

müzeyyen'e açık mektubumdur!


müzeyyen,

kaşı ebru, gözü boncuk, saçı sırma, yüzü kaşık müzeyyen! boyu uzun, beli ince, bülbül seslim müzeyyen!

gözlerine gözler, ellerine eller değecek de müzeyyen, ben bir köşede gizliden izleyeceğim... sinsice kendimi bitireceğim.. bu bitirişimi -kim bilir- belki ruhun dahi duymayacak! müzeyyen, senin ruhun o esnada başka ruhlarla oynaşıyor olacak!

tutturdun bir artistliktir gidiyor! sen gülerken taşlıkta, benim acıya içkin içim, için için, senin için, nasıl da kan ağlıyor!

böyle bir ekim günü başlayan sevdamız, yine başladığı gibi, altını çizmeye, kenarını kıvırmaya kıyamadığım sayfalarda kalaydı... sen nokta ben virgül, sen özne ben nesne, sen kapak ben şiraze... ah müzeyyen bakma bana öyle; ben seni hala severim de artık senin ismin alemin dilinde...

bükme boynun müzeyyen! ya bu adı değiştir yahut al bu elmayı! bende sevdiklerince terk edilme endişesi, kafayı yemeye meyyal haller var! benimki hala derin bir tutku fakat artık senin yüzünde göz izi var!